Sayfalar

30 Ekim 2011 Pazar

Doğa Yürüyüşü, Abant, Sinekli Yaylası

Sonbahar ve doğa deyince akla ilk gelenlerden biridir Abant ve Yedigöller. Burada mevsim geçişinin en güzel örneklerine tanık olabilirsiniz.




Sinekli Yaylası- Yayla Evleri














Doğa Yürüyüşü, Eğerlibaşköy, Kaletepe, Dereköy, Emekli Dede Zirvesi

Ankara Işık Dağı ve çevresinde birbirinden güzel rotalar mevcut. Eğerlibaşköy'den başlayan yürüyüşümüz, Emekli Dede zirvesinde son buluyor...


Eğerlibaşköy Göleti


Işıkdağı bilinenin aksine Ankara'nın en yüksek yeri değil. Emekli Dede zirvesi yaklaşık 20-30 metre daha yüksek:) İşte rüzgarlı zirveden  bir görüntü... 

Emekli Dede Zirvesi

Doğa Yürüyüşü, Nallıhan Uyuzsuyu Şelalesi

Atlas Dergisi ve Columbia Outdoor markasının ortak düzenlediği etkinlik gerçekten çok keyifliydi. Rota harikaydı. Özellikle şelale, tam bir doğa harikası... Sadece 6 km'lik bir parkur olmasına rağmen doğal güzellikleri ile cezbedici ve dere geçişleri ile de eğlenceliydi.






Şelalenin başına geldiğimizde sanki bir film setine gelmiş gibi hissediyoruz. Kayaların üstünü kaplayan yosunların görüntüsü harika.





3 Eylül 2011 Cumartesi

Bir Viyana Klasiği: Sacher

Avusturyalılar, pasta ve kahve işini gayet ciddiye alıyor. Bunun en büyük ispatı da tüm dünyaya nam salmış olan pastaları Sacher (Zaker okunuyor)... Öyle ki Viyana'nın iki ünlü pastacısı Sacher ve Demel, pastanın orjinal formülüne kimin sahip olduğu konusunda, tam 7 yıl hukuk savaşı veriyor. Sonunda savaşı Sacher kazanıyor. Pastanın ilk kez 1832 yılında Franz Sacher tarafından yaratıldığı söyleniyor. 
Pastaya gelince, iki kek katmanı arasında bolca yoğun kayısı reçeli bulunuyor ve bunun da üzeri çikolata ile kaplı. Dolayısı ile içinizi bayacak kadar şekerli gelebilir. Bunu dengelemek için de son derece hafif bir krema ile birlikte servis ediliyor.


Bir dilim Sachertorte

Yanında şöyle koyu bir Viyana kahvesi olmadan olmaz tabii ki. Kahve sert ama lezzetli. Yorgunluğunuzu alıp sizi kendinize getiriyor.


Viyana kahvesi

Hotel Sacher, 1876 yılından bu yana imparatorlardan sanatçılara kadar pek çok önemli şahsı ağırlamış olup Viyana'nın en lüks otellerinden birisi. Formülü çok gizli tutulan orjinal pastayı otelin kafesinde yiyebilirsiniz. İsterseniz de dünyanın dört bir tarafına kargo ile gönderiyorlar. 12 cm çapında 4 kişilik pastanın fiyatı 20 Euro. Detaylar için site adresini ziyaret edebilirsiniz. (www.sacher.com)


Otel Sacher

Viyana-2

Viyana'nın yıldızlarını keşfetmeye devam ediyoruz...

BELVEDERE: 

Habsburg Generallerinden en ünlüsü olan Prens Eugene (Öjen okunur), İspanya Veraset  Savaşı'ndaki zaferleri karşılığında ödül olarak aldığı parayla Yukarı ve Aşağı Belvedere olmak üzere iki güzel saray yaptırmış. Bu saraylar, Lucas Von Hildebrandt tarafından 1714-1723 yılları arasında prens için yazlık konut olarak inşa edilmiş.



Yukarı Belvedere Sarayı ve Bahçesi

Unutmadan belirtelim ki, Prens Eugene, 1683 yılında Osmalıları yenilgiye uğratmış. Yukarı Belvedere'nin ön cephesi, çok geniş bir girişe hakim ve kubbeli bakır çatıları, prensin zaferinin simgesel bir yansıması olarak Osmanlı Çadırlarına benziyor. 


Yukarı Belvedere Sarayı

Biz kapanış saatine denk geldiğimiz için sarayların içini gezemedik ama her iki sarayın içi, özellikle Aşağı Belvedere'nin içindeki aynalı salon, Limonluk ve bahçeler mutlaka görülmeli. 


Sarayın Süslemeleri

KUNSTHISTORISCHES MUESUM (GÜZEL SANATLAR MÜZESİ): 

1891 yılında açılan bu müze, mimarlar Karl Von Hasenauer ve Gottfried Semper tarafından İtalyan Rönesans üslubunda yapılmış. Müzede başta eski ustalar olmak üzere, heykel ve dekoratif sanatlar, Mısır, Antik Yunan, sikke odası gibi dünyanın en önemli ve etkileyici koleksiyonları sergilenmekte.


Güzel Sanatlar Müzesi

Binanı dışı kadar iç dekorasyon ve süslemeleri de çok etkileyici.


Müzenin içinden bir görünüş


Özellikle eski ustalar koleksiyonunu seyrederken gerçekten insanın nefesi kesiliyor. Altta Rembrandt'ın büyük otoportresini görebilirsiniz. Usta ressam, çevresindeki herşeyi koyu renklerle ve kendi yüzünü aydınlık olarak tasvir ettiği bu yağlıboyayı 1652 yılında yapmış.


Rembrant'ın kendi portresi




Ustalar Koleksiyonu


MUSEUMSQUARTIER: 

Burası dünyanın en büyük müze komplekslerinden birisi. İmparator VI. Karl tarafından sipariş verilen ve 1725 yılında tamamlanan ahırlar, 1918 yılında bir sergi mekanına dönüştürülmüş. Kompleks günümüzde Kış binicilik Okulu, Leopold Müzesi, Modern Sanat Müzesi, Viyana Mimarlık Merkezi ve çeşitli sergilerin yer aldığı altı adet avluya ev sahipliği yapmakta. Kompleks içindeki müzelerin saatlerinin farklı olabileceğini unutmayın...


Museumsquartier

BURGTHEATER: (BURG TİYATROSU) 


Burası Almanca konuşulan dünyada inşa edilen ilk tiyatrolar arasında yer almakta. Rönesans tarzı ön cepheye sahip olan bina, 14 yılda tamamlanmış.




Burgtheater

PARLAMENTO BİNASI:


Bu etkileyici yapı, demokrasinin beşiğini kutlamak için Yunan tarzından esinlenen mimar Theopil Von Hassen tarafından tasarlanmış ve Yunanlı filozofların ve düşünürlerin heykelleri sıralanmış.


Parlamento Binası

HUNDERTWASSERHAUS: 

Belediyenin sıkıcı ve sıradan toplu konutlarını bir düşünün. Onları sıradışı bir sanatçının ellerine teslim ederseniz ne olur? Amacını doğa ile insan arasındaki uyumu bulmak olarak ifade eden Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser, bugün 50 dairede yaklaşık 200 kişinin yaşadığı bu binaları bir oyun gibi tasarlamış. Balkon ve çatılardaki ağaç ve çalılar, doğayı kent sakinlerine yaklaştırıyor. Gerçekten suluboya bir tabloyu andıran bu yapı, şehrin en çok ziyaret edilen yerlerinden biri haline gelmiş.




Hundertwasserhaus

Viyana, gerçekten harika bir şehir. Bu şehri gerçek anlamda keşfetmek istiyorsanız, en az 3-4 gün ayırmalısınız çünkü bir müzesini gezmek bile 4 saatinizi alabiliyor. Budapeşte, Viyana, Prag üçlüsü içinde hangisini en çok beğendiğimi sorarsanız, Prag'ın dünyada eşi benzeri olmayan  panaromik görüntüsüne rağmen size Viyana derim. 

Buraya koyamadığım Schönbrunn Sarayı, Kalskirche Kilisesi ve Sezession Binası da mutlaka görülmeli.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Viyana-1

Orta Avrupa'da sıra geldi Viyana'yı tanıtmaya. İşte şehrin yıldızları...

STEPHANSDOM: 

Kent merkezinde yer alan bu devasa katedrale Viyanalılar, 'Steffl' diyorlar ve şehrin hem en sevilen simgesi hem de en güzel gotik yapısı kabul ediliyor. Ana bölüme giriş ücretsiz ancak Putperest Kuleleri denen kuzey ve güney kulelere çıkış ücretli. 




Stefan Katedrali

Kuzey Kulesine asansörle de çıkılabiliyor. Bu kulede yer alan yaklaşık 20 ton ağırlığındaki çan, Osmanlıların 1683 yılındaki başarısız kuşatması sırasında ele geçirilen 100 top güllesi kullanılarak dökülmüş.   


Katedralin içinden bir görünüş 

STAATSOPER (DEVLET OPERASI): 

Neo-Rönesans tarzındaki opera binasının yapımı 1861 yılında başlamış ve 1869 yılında benim en sevdiğim bestecilerin başında gelen Mozart'ın Don Giovanni'si ile açılmış. Maalesef yeni opera binasını beğenmeyen İmparator Franz Joseph, binaya 'tren istasyonu' benzetmesi yapınca mimarlardan Eduard van der Nüll intihar etmiş.    


Opera Binası

Binanın iç dekorasyon ve süslemeleri gerçekten çok etkileyici. Aylara göre saatleri değişmek üzere ücretli rehberli turlar düzenleniyor. Ancak buna para vermek yerine bizim yaptığımız gibi bir temsil izlemek daha mantıklı.


Opera Binasının Süslemeleri



Şansımız bayağı yaver gidiyor ve Viyana Filarmoni'den Gustav Mahler'in 9. Senfonisi'ni dinleme şansına erişiyoruz. İşte bulunduğumuz locadan operanın görüntüsü...
 

Locamızdan Operanın Görüntüsü



HOFBURG SARAYI: 

Adına saray dendiğine bakmayın siz... Eski İmparatorluk sarayı olan ve 18 kanadı, 54 merdiveni ve yaklaşık 2600 odası olan dev bir kompleksten bahsediyoruz. Gezmek için 3-4 saati gözden çıkarmanız gerekiyor.


Hofburg Sarayı


Kompleksin müzeler bölümünde yer alan Albertina Sarayı'nı mutlaka gezmenizi tavsiye ederim. Burası, dünyanın en geniş ve en değerli grafik sanatları koleksiyonlarından birini ev sahipliği yapıyor.


Albertina Sarayı


Özellikle Habsburg Devlet Daireleri'nin de aralarında bulunduğu çeşitli salonlar, süreli sergilere ev sahipliği yapıyor. Bizim gezdiğimiz kalıcı sergilerden biri, 'Monet to Picasso, The Batliner Collection' ismini taşıyor. Claude Monet ve Pablo Picasso'nun orjinallerini görmek doğrusu etkileyiciydi. Alt katta ise yine çok ilginç bir pop art sergisini gezdik. 

14 Ağustos 2011 Pazar

Budapeşte'de Gulaş




Gulaş, Macarların milli yemeklerinden biri. Macarcası Gulyas. Genellikle dana eti, soğan ve kırmızı biberden yapılıyor. Bir görüşe göre, Osmanlı Ordusu Macaristan'a sefere gittiğinde padişah, askerleri doyuracak besleyici bir yemek yapılmasını buyurur. Adına 'kul aşı' denen bu yemeği Macarlar Osmanlıdan öğrenir ve adına da gulaş demeye başlar. Biz Zincirli köprünün ayağına yakın olan Tuna manzaralı restoranlardan birinde tattık. Macar mutfağında yemekler yağlı. Zaten kanola ve soya yağı ülkede bolca tüketiliyor. Gulaş da bize yağlı geldiği için et ve sebzeleri yedik ama suyunu içmedik.  Budapeşteye gelip de bunu yememek olmaz ama ben tabii ki bir tas kebabını tercih ederim!..

31 Temmuz 2011 Pazar

Bratislava

Orta Avrupa turumuzda 3. günün sabahı, Budapeşte'den Viyana'ya gidişte yol üzerinde Slovenya'nın başkenti Bratislava'ya da uğradık. Bu, bizim tur boyunca aldığımız ilk ve tek ekstra turdu ve yaklaşık iki saat sürdü. İşte Bratislava izlenimleri...

Otobüsten iner inmez Fashion TV'nin merkez binası karşılıyor bizi. Biraz ilerisinde de Avrupa'nın birçok ülkesinde olduğu gibi bir veba anıtı yükseliyor. O zamanlar biyolojik silah olarak vebalı insan ve hayvan ölülerini mancınıklarla kale surlarından içeri fırlatırlar, böylece savaşmadan kaleyi ele geçirmeye çalışırlarmış.


Veba Anıtı ve arkada Fashion TV Binası

Mozart ilk bestesini beş yaşında yapmış ve ilk konserini de altta resmini gördüğünüz ve şu an Avusturya Büyükelçiliği olarak kullanılan binada vermiş. 35 yıllık kısacık yaşamına beş yüz kadar eser sığdıran dahi, ateşli romatizma denen hastalıktan vefat etmiş. 


Mozart'ın ilk konser verdiği bina 

Caddede ilerledikçe yerde turistlerin bolca ilgi gösterdikleri bir halka ile karşılıyoruz. Bu halkada ülkelerin başkentlerinin hangi yönde ve ne kadar mesafede olduğu gösteriliyor. Buna göre İstanbul 1230 km mesafede... 


Başkentlerin Bratislava'ya uzaklıklarını gösteren halka

Macar komutan Hunyadi Yanoş, Osmanlı'yı Avrupa'da ilk kez durduran komutan olarak, bu olayın şerefine her gün saat 12'de çanların çalınmasını emretmiş. Biz caddede ilerlemeye devam ederken, çanlar bizim için çalmaya başlıyor:) Ana cadde ile kesiştiğimizde yine yerde latince yazıları olan bir sembol görüyoruz. Bu sembol, ortaçağda 1602 yılında ilk cadının yakıldığı yeri gösteriyor. O zamanlar vebanın bu kadar yaygın olmasının sebebi nedir dersiniz? O dönemde cadılığın en büyük alameti kızıl saç... Kızıl saçlı doğan kız çocukları kilise tarafından yakın takibe alınıyor ve cadı olduklarına kanaat getirilirse öldürülüyor. Cadı öldükten sonra ruhunun kediye geçtiğine inanılıyor. Kediler yok edildikçe de farelerle birlikte veba salgınları da artıyor.  


İlk cadının yakıldığı yer

Dar sokaklar boyunca yürüyüp geniş bir meydana çıkıyoruz. Burası eski hayvan pazarı ve aynı zamanda tekstil pazarı. Aşağıda gördüğünüz eski belediye binasının giriş kapısında asılı olan demir bildiğimiz 'arşın' ve kumaşın uzunluğunu belirlemeye yarıyor.


Eski Belediye Binası